26 Haziran 2008 Perşembe

Mustafa Kemal’e Milli Mücade görevini kim verdi.

Birçok çevrece ortaya atılan ve üstüne gidilen bir iddiadır. Mustafa Kemal Atatürk’e Milli Mücadele görevi veren ve Samsun’a çıkmasını sağlayanın Padişah Vahdettin olduğu vurgulanır.
Fakat tarihsel kayıtlar incelenirse tüm bunların günümüz art niyetlileri tarafından ortaya atılan ve Milli Mücadelede Mustafa Kemal Atatürk’ün faktörünü baltalamaya çalışan iddialar olduğu anlaşılır.

Yazımıza eski bir dönemden başlayalım, Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurmay Yüzbaşı olduğu dönemden.

Dönemin padişahı II. Abdulhamit’in gizli polisleri Mustafa Kemal Atatürk’ü Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in düşünceleri, arkadaşları ile yaptığı konuşmaları ve gizli planları olduğu gerekçesi ile Yıldız Saray’ında sorgulamıştı. Bu sorgulamanın sonucunda Mustafa Kemal bir süre tutuklu kalmış, akabinde İstanbul’da görev yapmasının Osmanlı için tehlikeli olacağı düşünülerek Şam’da bulunan 5. Orduda görevlendirilmişti.

Burada asıl önemli nokta bu şekilde kara bir geçmişe sahip Mustafa Kemal’in Vahdettin tarafından çok gizli ve Anadolu’da ayaklanma başlatacak bir görevin başına geçilmesi ne kadar inandırıcıdır.

Eğer gerçektende Vahdettin, Mustafa Kemal’in bu özelliklerini bilerek onu Anadolu’ya göndermiş olsa zaten baştan idam sehbasına çıkarak boynunu ipe geçirmiş olmaz mı ?

Yani gün itibarıyla düşünürsek zaten fikirleri ve tartışmaları saltanattı ve padişahı hedef alan bir zât nasıl olur da yine padişahın özel emri ile bunları korumak ve bir direniş başlatmak için Anadolu’da görevlendirilir.

Devamında Atatürk’ün Padişah ve İtilaf Devletlerince tehlikeli bir kişilik olmasına rağmen nasıl Samsun vizesi aldığını açıklayacağız.

Görevlendirme konusunu biraz daha deşersek;

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Nutuk” adlı eserindeki ifadeleri direkt alıntı yapmamız uygun olacaktır.

Nutuk - SAMSUN'A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ

“1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir :
Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Savaş'ın uzun yılları boyunca millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruyabilecekleri herhangi bir duruma razı.”

Lütfen bu noktada şu ifadeler dikkat ediniz. “Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak.”

Nutuk’tan devam ediyoruz.
(GENEL DURUMUN DAR BİR ÇERÇEVE İÇİNDEN GÖRÜNÜŞÜ)

“Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta... Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı'nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...”

Buradaki önem arz eden cümleler; “Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda.”

Nutuk – BENİM KARARIM
“Gerçekte içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk'ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklâli padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti.”

Nutuk - YA İSTİKLAL YA ÖLÜM

“Osmanlı Hükumeti'ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine başkaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.”

Son olarak;
Nutuk – MİLLİ SIR

“Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün bir topluma uygulatmak mecburiyetinde idim.”

Samsun Vizesi ve Atatürk’ün yetkilendirilmesi.

İşkal konusunda ve işgal ettiği toprakları yönetmekte uzman olan İngilizler belkide uzmanlıklarında tarihlerinin en büyük hatalarından bir tanesini Mustafa Kemal’e Samsun vizesi vermekte yapmışlardır.

Bir tek imza ile yapılan bu hatanın kazandıkları toprakları bir milletin dirilişi ve top yekün mücadelesi ile ödemişlerdir.

Osmanlı Padişahı Vahdettin İstanbul’da ciddi baskı altına alınmış ve köşeye sıkışmıştı. Tek amacı mevcudiyetini sürdürmek ve dahasında koruyabilirse daha az topraklar ilede olsa halifeliği ve saltanatı elinde tutmak ana mesele olmuştu.

İngilizler ise ele geçirdikleri Osmanlı’da Azınlıklara söz sağlamak ve mevcut kalan toprakları pekçok parçada koloni devletler gibi yönetmek istemekteydiler, Zira İngilizlerin uzman oldukları konu sömürü politikalarıydı.

O döneme döndüğümüzde Mustafa Kemal gibi Çanakkale’de adını yazmış, milliyetçiliği ile ön planda görünen ve dahasında bir köklü direnişi başlatabilecek isim ve prestije sahip kişinin nasıl Samsun için İngilizlerden vize aldığı en büyük kafa yorulan konulardan bir tanesidir.

Mustafa Kemal Atatürk Samsun’a 40 kadar arkadaşı ile çıkmıştır. O dönem bütçesi Osmanlı Sarayın’dan karşılanacağı bildirilmiş ve vize bizzat İngiliz İstihbarat Komutanı John Godolphin Bennett tarafından verilmiştir.

Osmanlı Sarayına dönemin çeviri ve yazışmalarını yöneten Türkleri tarafından 40 kişilik heyetin Anadolu’daki parçalanmaları durduracağı ve sarayın anadoluda kaybolan gücünün tekrar kazandıracağı ve dahasında bu konun İngilizlercede onaylandığı sunulmuş bu şekilde bütçe alınmıştır.

John Godolphin Bennett ise uzman olması ve istihbaratçı olması sebebiyle bu heyette görevli belli kişilerin peşine Türk diline ve İngilizce’ye hakim ajanlar takmıştır.

Bu ajanların ana karargaha geçmiş oldukları belli başlı notlar içerisinde Mustafa Kemal’in şuan Şişli’de bulunan ve İnkilab Müzesi olan o dönemli Atatürk’ün evi olan yerde çeşitli toplantılar yaptıkları ve bu toplantıların stratejik öneme sahip komutanları içerdiği bulunmaktaydı.

Fakat İngilizlerin söz konusu komutanlar peşine yönlendirmiş oldukları ajanlar ve yazışmaları yönetenlerin 2 dile hakim olması bu kişilerin belli bir yapıdan gelen kişiler olmasını gerektirdi. (Bu kısım başka bir yazıda ele alınacak kadar uzundur. Bu sebepten yeni bir yazı ile detaylı bilgiler vereceğiz.)

Netice olarak çevirmenlerinden ve ajanlarından gelen yanlış ve eksik bilgiler Mustafa Kemal ve beraberindeki 40 kişi hakkında kesin bilgilere ulaşılabilmesinin yoluna engel koydu.

Aynı şekilde aynı sistem ile Saray’a da yönlendirilmiş ve saptırılmış bilgiler verildi.
Sonuç olarakta Mustafa Kemal ve Arkadaşları 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak bastılar ve ilk iş olarakta milli mücade üzerine açıklamada bulundular.

Şimdi tüm bunlar içerisinde eğer Vahdettin’in Mustafa Kemal’in padişah karşıtı olmasına ve bunun bilinmesine rağmen direniş emri verdiği düşünürsek, İngiliz kuvvetlerinin buna neden vize verdiği kısmını nasıl doldurmamız gerekir ?

Sonuçta Saray İngilizlere emir verecek veya İngilizleri yönetebilecek kabiliyettini çoktan kaybetmiştir dahasında başta hükümet olmak üzere Saray içerisinden birçok kişi İngiliz taraftarıydı.

Zira ortada bir işgal vardır ve ortalık can pazarıdır.

Ne Vahadettin nede İngilizler Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a çıkma niyeti konusunda kesin bilgi sahibi değillerdi.

Padişah’ın amacı Mustafa Kemal ve arkadaşlarını İstanbul’dan uzaklaştırmak ve daha önceden yapmayı denedikleri gibi bir hükümet kurma gayesini boşa çıkartmak.

İngilizlerin amacıysa zaten yönetimlerinde olan İstanbul’da çok fazla karışıklılık olmaması dahasındada yine hükümet konusunda sıkıntıya düşmemekti.

Hem Mustafa Kemal veya bir başkası kim olursa olsun....
Anadolu veya bir başka yere çıksa dahi,
Silahları toplanmış,
Orduları dağıtılmış,
ve birçok noktada parçalanmış bir halk ile ne yapabilirlerdi ki ?

Bir Kurtuluş Savaşı mı başlatacaklardı ?

Yoksa bu savaşı kazanıp yeni bir devlet kurup bağımsızlıklarını mı ilan edeceklerdi ?

Yani İngilizlere göre; “Osmanlı Devleti nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı”

Yani Padişah’a göre; “Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor.” du.

Saygılarımızla.

19 Haziran 2008 Perşembe

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk Soyu ve Kocacık



Belli kişilerce Mustafa Kemal Atatürk’ün soyu hakkında çeşitli tezler hazırlanmakta ve ortaya atılmaktadır.

Bunu içerisinde Selanik doğumlu olması Selanik’in o dönemlerde Osmanlı’nın en çok Yahudi nüfusu yaşan şehri olması sebebiyle Sabetaycılıkta vardır.

Peki asıl olarak Ulu Önder’in soyu nereye dayanmaktadır bu iddialar ne kadar gerçektir.
Osmanlı Balkanlarda toprak sahibi olmasından sonra balkanlarda entegre faaliyetleri yürütmek oranın köprü, cami ve çeşme gibi ıslah çalışmalarını yapmak için Anadolu’dan Türkleri yeni fetih ettiği topraklara yerleştirmiştir.

Bu göç döneminde Ulu Önder’in Atalarıda Makedonya’nın Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık Nahiyesine yerleşmişlerdir.

Atatürk Kocacık Nahiyesine yerleşen ailelerden olan Hafız Ahmet Efendi'nin torunudur. Hafız Ahmet Efendi başka bir deyim ile de “Kızıl Hafız Efendi" olarak bilinen bir kişiydi, Kızıl lakabı saçlarının Kızıl olmasından dolayı almış olduğu bir sıfattır.

Ulu Önder Atatürk'ün dedesi Kızıl Hafız Efendi, Kocacık Nahiyesinde İlkokul Eğitmenliği yapmaktadır.Atatürk'ün babası Ali Rıza Efendi de bu Kocacık Nahiyesinde dünyaya geldi. Burada yerleşenlerin çoğu Aydın ve Konya yöresinden gelen Türklerdir. Hatta bu aileler Yörük Türkmenleridir.

Uzun zamanlar içerisinde Ulu Önder ile yaşanan bir diyalogta kendisi soyunun Yörük Türklerinden geldiğini ve Yörük kelimesinin “Yürüyen Türk” olarakta adlandırılacağını belirtmiştir.

Türkiye’nin bugünde Kocacık ile yakın diyalogları bulunmaktadır. İstemihan Atalay döneminde Kocacık köyüne bir muhtarlık ve ilkokul Türkiye Hükümeti ve Kültür Bakanlığınca armağan edilmiş ve Atatürk’ün Dede evinin onarımı için çalışmalar yapılmıştır.

Her yıl belli dönem zarflarında karşılıklı olarak özellik Sakarya bölgesinde Kocacık ve Sakarya olarak etkinlikler hazırlanmaktada çeşitli Balkan Geceleri düzenlenmektedir.

Makedonya, Kocacık Köyünde yaşayan Türkler halen Türkçe konuşmakta ve Türk kültürü ile hayatlarını sürdürmektedirler.

Mustafa Kemal Atatürk; Tüm dünyaya adanmış bir lider ve devlet adamıdır. Bu sebepten ötürü akrabaları ve aynı soydan gelen kişiler zaman içerisinde Atatürk’e yakınlık anlamında her Türk vatandaşı kadar bir mesafede kalmıştır.

Buda bazı kötü niyetli kişilerce soyunun takip edilemediği efsanesi ardında pek çok iddiayı doğurmuştur.

Savaş sorasındaki birçok kayıt kaybolduğu için kesin bir soy ağacı çıkartılamıyor olsada Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ve en değerli köşe taşlarını yerleştiren Mustafa Kemal Atatürk,

“Atatürk” Soyadını alarak ve “Ne Mutlu Türküm Diyene” diyerek... Kendisi hakkında ileride atılabilecek iftiralara peşinen o üstün ileri görüşlülüğü ile cevap vermiştir.





PKK’nın asimetrik avantajı tükeniyor.

Kanadalı askeri strateji uzmanı Dr. Andrew McGregor, ABD’li düşünce kuruluşu Jamestown vakfı için Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilgili bir rapor hazırladı.Raporda, TSK’nın üstün ve modern istihbarat toplama yöntemleri ile büyük darbe vurduğu PKK’nın ’asimetrik avantajını’ yitirdiği yer aldı. McGregor, Türk Ordusu’nun modern silah teknolojisinde ’bağımsız ve kendine yeter’ olmak için çok önemli adımlar attığını da kaydetti. AMERİKAN düşünce kuruluşu Jamestown Vakfı’nın hazırladığı bir raporda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, üstün istihbarat toplama yöntemleriyle son zamanlarda attığı adımlar sonucu PKK’nın asimetrik avantajını yitirdiği belirtildi. Raporu kaleme alan Kanadalı Dr. Andrew McGregor, Jamestown Vakfı’nın düzenlediği bir toplantıda yaptığı kapsamlı sunumda, TSK’nın silahlanma politikaları ile "asimetrik savaş" konularında konuştu. Raporunda, Türkiye’nin silahlanmada ’kendine yeterlilik’ hedefi doğrultusunda hareket ettiğini anlatan McGregor, yapılan tüm reformların ülkenin bölgesel bir güç olmayı sürdürmesi temelinde gerçekleştirildiğini kaydetti.Andrew McGregor, Türk Ordusu’nun NATO’da iki numaralı ve Avrupa’nın da en büyüğü olduğunu kaydetti. Silahlanmada yerli üretim katkısının giderek artırıldığını ifade eden McGregor, 2001 itibarıyla, içteki silah üretiminin yüzde 25’ten yüzde 50’ye, NATO projeleri çerçevesindeki üretimin de yüzde 4’den yüzde 20’ye çıkarılmasının hedeflendiğini söyledi. Türk silahlanmasının, hem konvansiyonel savaş, hem de asitmetrik savaşa (terörizm gibi) göre tasarımlandığını ifade eden McGregor, sol, sağ, dini ve etno-milliyetçi aşırılıkları ’iç tehditler’ olarak saydı. McGregor, PKK, El Kaide, Türk Hizbullahı ve İBDA-C’yi bu gruplar arasında gösterdi.Süper istihbaratMcGregor, TSK’nın, istihbarat, izleme, keşif ve enformasyon yönetimini 21. yüzyıldaki asimetrik savaşta başarının "anahtarları" olarak gördüğünü belirtti. Dışarıdan silah alımlarında, Türkiye’nin teknoloji transferi kısıtlamaları ve koşullardan kaçındığını söyleyen McGregor, insansız hava araçları (UAV) ve askeri uydular gibi alanlarda atılan adımlara dikkat çekti. McGregor, Türk savunma endüstrisinin "bağımsız olma ve ileri teknoloji üretimi yönünde" ilerlediğini kaydetti. Andrew McGregor, PKK’nın asimetrik savaştaki avantajlarının, alan bilgisi, sınırı geçerek güvenli yer bulma ve yeni militanları saflarına katma olduğunu, ancak Türkiye’nin artık bu avantajlara karşı koymanın araçlarını bulduğunu belirtti. McGregor, TSK’nın, insansız araç ve ABD uydularının kullanımı ile artık üstün istihbarat topladığını, bu durumun da, PKK’nın gözlenmeden hareket etme yeteneğini elinden aldığını kaydetti. McGregor, Kuzey Irak yetkilileri ile iyileşen ilişkilerin PKK’ya yönelik sınırötesi operasyonlarına zemin sağladığını söyledi ve Güneydoğu Anadolu’da ekonomik ve sosyal adımlar atılmasını, PKK’nın insan gücünün kurutulması yolunda "umut verici" bir gelişme olarak tanımladı.Avrupa ağı hálá sorunMcGregor, PKK’nın Almanya ve Belçika’daki propaganda ağının hala sorun olduğunu, ancak bir süre öncesine kadar aşılmaz gibi görünen sorunların şimdi aşıldığını ifade etti ve "Bu güçlüğün de yakın gelecekte Türkiye’yi tatmin edecek şekilde çözüleceği için umut var" dedi. McGregor, bir Ermeni kuruluşunun temsilcisinin sorusu üzerine, 90’lı yıllarda Güneydoğu Anadolu’da insan hakları ihlalleri yaşandığını, ancak bunun bir hata olduğunun TSK tarafından anlaşıldığını ve emekli subayların da bunu açıkça kabul ettiğini belirtti.

16 Haziran 2008 Pazartesi

İlker Başbuğ Kim ?

İlker Başbuğ Kim ?

Şuanda Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini yürütmekte olan ve 1963 yılından beri birçok kademede Türk Silahlı Kuvvetlerine hizmette bulunmuş, dahasında TSK Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası ve TSK Üstün Hizmet Madalyası sahibi olan İlker Başbuğ hakkında son dönemlerde bir karalama kampanyası başlatılmıştır.

Kaynaklarını irticanın ana artellerinden alan bu kişiler Yaşar Büyükanıt’ta başarılı olamadıkları Genelkurmay Başkanlığına getirmeme taktiklerini şimdi Başbuğ Paşa üstünde uygulamaktadırlar.

Fakat ortaya atılan mesnetsiz ifadelerin ötesinde İlker Başbuğ karakteri altında Türk Silahlı Kuvvetlerine yakışan bir komutan yatmaktadır.

Orgeneral İlker Başbuğ, 1943 Yılında Afyonkarahisar’da Doğmuştur. 1962 Yılında Kara Harp Okulundan, 1963 Yılında Piyade Okulundan Mezun Olmuştur.

1971 Yılına Kadar Kara Kuvvetleri Komutanlığına Bağlı Çeşitli Birliklerde Takım Ve Bölük Komutanlığı Yapan Orgeneral Başbuğ, 1973 Yılında Kara Harp Akademisinden Mezun Olmuş, Ardından Kurmay Subay Olarak; Genelkurmay Plan Ve Harekat Daire Başkanlığında Proje Subaylığı Ve Harp Akademileri Komutanlığında Öğretim Üyeliği Yapmıştır. Müteakiben Belçika/Brüksel’de NATO Uluslar Arası Askeri Karargahı(Ims)’Nda İstihbarat Plan Subaylığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan Ve Prensipler Başkanlığı Savunma Araştırma Şube Müdürlüğü Ve 51 Nci Piyade Tümeni 247 Nci Piyade Alay Komutanlığı Görevlerini Yürütmüştür.

1989 Yılında Tuğgeneralliğe Terfi Etmiştir. Tuğgeneral Rütbesi İle Belçika/Mons’da Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Karargahında (Shape) Lojistik Ve Enfrastrüktür Daire Başkanlığı, Müteakiben 1 Nci Zırhlı Tugay Komutanlığı Görevlerinde Bulunmuş, 1993 Yılında Tümgeneralliğe Terfi Etmiştir. Tümgeneral Rütbesi İle Jandarma Asayiş Komutan Yardımcılığı Ve Belçika/Mons’da Milli Askeri Temsil Heyeti (Nmr) Başkanlığı Görevlerini Yürütmüş, 1997 Yılında Korgeneralliğe Terfi Etmiştir. Korgeneral Rütbesi İle 2 Nci Kolordu Komutanlığı Ve Milli Güvenlik Kurulu Genelsekreter Başyardımcılığı Görevlerinde Bulunduktan Sonra 2002 Yılında Orgeneralliğe Terfi Etmiştir.

Orgeneral Rütbesi ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanlığı, Genelkurmay Iı Nci Başkanlığı Ve 1 Nci Ordu Komutanlığı Görevlerinde Bulunmuş 30 Ağustos 2006 Tarihinden Geçerli Olarak Kara Kuvvetleri Komutanlığı Görevine Atanmıştır.

Bayan Sevim Başbuğ İle Evli Olan Orgeneral İlker Başbuğ’un 2 Çocuğu Vardır. İngilizce Bilmektedir.


grandturkey.org

Yahudi Büyükanıt ve Ağlayan Başbuğ Tezgahı !

II. Tezgah

Türkiye artık her komuta kademesi değişiminde bir dedikodu ve yıpratma furyası yaşamakta.

Şuanda Genelkurmay Başkanlığı yürüten Yaşar Büyükanıt’ın Kara Kuvvetleri Komutanlığı döneminde tüm medyaya Yaşar Büyükanıt’ın Yahudi asıllı Sabetayist olduğu servisi yapılmış. Dedesinin mezarının İsrail’de olduğu ve yakın zamanda İsrail makamlarınca onarıldığı vurgulanmıştı.

Fakat bunun bile başarıya ulaşamayacağını anlayan bazı kesimler, Bölücü Terör Örgüttü ile diyalog içerisine girerek Şemdinli Olaylarını tetiklemişlerdi. Hatta Yaşar Büyükanıt’tı da direkt davanın konusu haline getirmeye çalışmışlardı. Bunun ile Büyükanıt çeteci ve derin devlet olarak gösterilmeye çalışılmıştı.

Olayın düzmece olduğu ve Ali Kaya isimli TSK personeli ve beraberindekiler kullanılarak Yaşar Büyükanıt’ın yıpratılmaya çalışıldığı yanlışlar ile dolu iddianamedende anlaşılmaktaydı. Dahasında Ali Kaya üzerinden Büyükanıt’ta ulaşmak, vakti zamanında Ali Kaya’nın Büyükanıt emrinde Diyarbakır’da görev yapmış olması sebebiyle çok kolaydı.

Ama iddianamenin içerisinde düzeltilemeyen yanlışlar ve ifadelerdeki çarpıklıklar ve savcının yetkisini fazlası ile aşması Van C. Savcısı Ferhat Kızılkaya’nın görevden alınmasına sebep olmuştu.

Hatta iddanamenin bir bölümündeki kopukluk ve gözden kaçan hata bilinen sonucu hazırladı.

“Ben kendi imkânlarımla olay yerinden kaçıp Jandarmaya sığındım. Bizim kullandığımız ve bizim araçta bulunan iki adet el bombası MKE yapımı MOD 45 Modeli bomba tipidir. Bizim zimmetimizde ve birliğimizde Alman malı el bombaları yoktur.”

diye ifade veren Ali Kaya’nın aracının bagajından emniyet raporuna göre Alman tipi El Bombası çıkmıştı.

“09.11.2005 günü Şemdinli ilçesinde çıkan olaylarda tahrip edilen Jandarma’ya ait araçta bulunan 2 adet el bombasının MKE yapımı olmadığı, “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP-134” ve MKE yapımı olmadığı ve “HGR DM41 SPLİTTER COMP-B LOS FMP-134” seri nolu olduğunun anlaşıldığı,”

Fakat gözden açıkça kaçan birşey ise olaylarda bölgede görevli askerleri değil oranın yerel haklını savunana Hakkari Milletvekili Esat Canan ifadesinde;

“Bir çanta içerisinde Makine Kimya menşeili iki adet el bombası ele geçirildi.” demekteydi.

Yani bir şekilde bir yerlerde bagajda çıkan MKE türü el bombaları saldırıda kullanılan el bombaları ile yer değiştirmişti veya değiştirtilmişti.

Şemdinli ile zafere ulaşamayan TSK karalayıcıları, Büyükanıt’ın ailesi ile uğraşmaya başladılar. Birçok kaynakta dünürlerinin Yahudi asıllı olduğu, Eşi Filiz Büyükanıt’ın harcama listeleri vs vs gibi birçok asılsız mesnetsiz iddia ile görev süresindede Büyükanıt ve Onun üzerinden TSK’nin yıpratılmasına uğraştılar.

BUGÜN GELİNEN NOKTA

Aynı gruplar şimdide Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ ile uğraşmaya başladılar. İsrail ziyaretti sırasında sıradan protokol kuralları çerçevesinde Ağlama Duvarı ziyaretini İlker Başbuğ’un Yahudi olduğu şeklinde dikte etmeye başladılar.

Peki “Ağlama Duvarı’nın” sırrı nedir ?

Türkiye devlet protokolünde nasıl “Anıtkabir Ziyareti” varsa İsrail Devlet protokolünde “Ağlama Duvarı Ziyareti” vardır.

Bu sebepten İsrail Ziyaretlerinde Ağlama Duvarı değişmez bir programı oluşturur. Bunun ziyadesinde dünyada misyonerlik faaliyetleri yürütmeyen tek semavi din olan Yahudilikte ağlama duvarının yeri Tanrı ile yakınlaşma olarak görülmektedir.

Söz konusu iddia sahiplerinin ibranice cümleler ile satmaya çalıştıkları ve “Ağlama Duvarı” Hz. Süleyman tarafından yaptırılmıştır.

Dahasında Osmanlı Devleti dahi Küdus’ü aldığında “Ağlama Duvarı” nı onarmış ve o günki onarımın izleri halen bu duvarda durmaktadır.

Kısaca denilebilirki; Bu millettin Ceddi Osmanlı olmasaymış... “Ağlama Duvarı” diye birşeyde şuanda ayakta olamazmış.

Eğer “Ağlama Duvarı” gösterildiği gibi önünde dua edilince 2 el o duvara konulunca dinden çıkılsaymış.

O zaman Osmanlı Ordugahı sefer için Küdus topraklarından geçerken Osmanlı Yeniçevirleri de Ağlama Duvarını ziyaret eder ve burada dua ederek, cenkte başarılı olmayı dilerlermiymiş.

Şimdi bunların içinde İlk Türk ordusu sonrasında da Osmanlı Ordusu ile 2000 yıllık bir gelenek ve disiplin örneği sergileyen Türk Silahlı Kuvvetleri Komutanlarından bir tanesinin 500 yıl önceki ataları Yeniçeriler gibi orada dua etmesi dahasında bunu Türkiye’yi temsil ederken resmi bir protokol çerçevesinde yapması ne kadar yanlıştır.

ORDUMUZ

Türk Silahlı Kuvvetleri belkide 2000 yıldır ilk kez bu denli yıpratılmak ve deforme edilmek istenmektedir. Dünyanın hiçbir yerinde olmadığı şekilde davul ile zurna ile askere yollanan evlatlarımız üzerinden siyaset yapılmaya çalışılmaktadır.

TSK bir gönüllü ordusudur ve bu ülkeye canını adamış herkes gönüllü olarak bu orduda görev yapmaktadır.

Ordumuzun yıpranması veya gücünün zayıflaması çok ağır tabir ile Analarımızın, Eşlerimizin ve Çocuklarımızın namuslarının Yunan’a ve binlerce düşmanımıza gün gelip peşkeş çekilmesi demektir.

Bu ülkede ordu bittiği taktirde bizleri bu ülke topraklar da 5 saat hiçbir ülke yaşatmayacaktır. İşgal edenin gözüde hepimizin ırzında ve namusunda olacaktır.

Saygılarımızla...

grandturkey.org

Belgeler;

Şemdinli İddinamesi İndir